28 Eylül 2008 Pazar

İsmail Güldüren


Kendisinden nefret ederdim. Nedendir bilinmez. Çirkefliğinden olsa gerek. Ama az önce Lig Tv muhabiri Bahri Havadır la Galatasaray maçı öncesi yaptığı röportaja kadardı bu düşüncelerim. Salak muhabir Bahri Galatasaray ın bol yıldızlı kadrosunu İsmail e baştan aşağı saydı ve ne diyorsun nasıl durduracaksın dedi. İsmail önce alaycı bir gülümsemeyle kendisine baktı ve aynen şöyle dedi '' Saha içinde futbolcuların isimleri oynamıyor '' Bravo sana İsmail. Bravo. O gerizekalı muhabire haddini bildirdiğin için. Ulan Bahri her şey 3 büyüklerin etrafında mı dönüyor. Sorsana adama nasıl takımınız nasıl hazırlandınız, performansınız ne düzeyde... Tamam Galatasaray maçın uzak ara favorisi de bu kadar ezmeye gerek yok bu insanları. Sonra gene Baros ve Kewell ı sordu Bahri. İsmail de daha önce oynadıkları zamandan izlediğini ama durdurabileceklerini söyledi alçak gönüllükle. Ben olsam çakardım canlı yayında Bahri nin ağzına tokadı yapmazdım röportajı. Galatasaray hakkında konuşacaksan benle ne konuşuyorsun bana ne rakibimde kim var kim yok. Ben çıkar topumu oynarım yenerim yenilirim 5 yerim 5 atarım kim olduğu önemli değil isterse Maradona olsun. Ben elimden geleni yaptıktan sonra yemişim Baros u Kewell i.... İsmail e sevgim arttı. Ama hala futbolunu beğenmiyorum o ayrı.

Lucius Annaeus Seneca


- Başlayan her şey biter.
- Kelimelerimiz söyleyene kadar bize aittir. Söyledikten sonra biz onlara ait oluruz.
- Hiçbir şey bilmemektense, lüzumsuz şeyleri bilmek bile faydalıdır.
- Hafif acılar konuşabilir ama, derin acılar dilsizdir.
- Sevip de kaybetmek, sevmemiş olmaktan daha iyidir.
- İstediğini söyleyen, istemediğini işitir.
- Sarhoşluk kusur yaratmaz, kusurları açığa vurur.

En Güzel İltifat

kuzen : hadi hayvancılık oynayalım.
ben : tamam ama ben ne olucam?
kuzen : ben hayvan olucam sen insan. ben sana saldırıcam sen kaçıcan.
ben : istersen ben hayvan olayım ne dersin ?
kuzen : hayıııııırrrr.insansıınnn sen insannn.. hayvan benim..sen insansın.

Siyah Zico


Tekirdağ


26 Eylül 2008 Cuma

Dalya


Cem Adrian

1980 doğumlu Yugoslav kökenli bir adam. Wikipedia nın demesine göre ses telleri normal bir insanınkinden 3 kat daha uzun. 7 oktavlık bir sese sahip. Bilkent Senfoni'nin şefi İbrahim Yazıcı hakkında : '' Böyle bir ses, dünyaya bin yılda bir gelebilir. " dedi. 2005 yılındaki Ben Bu Şarkıyı Sana Yazdım, 2006 yılındaki Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti ve yeni çıkardığı Essentials / Seçkiler albümleri var. Her çıkardığı albümden sonra ben 1-2 ay kendime gelemiyor ve başka bir şey dinleyemiyorum. Bu nasıl bir ses arkadaş, nasıl bir üslup.. Şarkıyı yaşıyor, yaşarken beni öldürüyor. - ne laf be - Sen eğer insansan ben hayvanım. Son albümünde bilindik türkülerin nasıl söylenmesi gerektiğini gösterdi. Türküler şöyle ;

1
- Dostum
2
- Ayrılık
4
- Ay Gız
4
- Odam Kireçtir Benim
5
- Geçti Dost Kervanı
6
- Ben Annemi Özledim
7
- Çanakkale Türküsü
8
- Yemen Türküsü
9
- Ah Bir Ataş Ver
10
- Al Fadimem
11
- Gel Gör Beni



Bulun buldurun alın dinleyin neyse parası verin yoksa gelin benden alın ya da ben size cd yapayım. *



* Korsana Hayır.....

25 Eylül 2008 Perşembe

Götüm Götüm 3-4-5

Yönetim paçayı kurtardı. Yattara eğer transfer söylentileri uzamadan anında satılsaydı iş yönetimin başına kalacaktı. Herkes onlara yüklenecekti. Olası bir - ki büyük olasılık - şampiyon olamama durumunda herkes - ben dahil - '' Yattara olsa şampiyonduk '' diyecekti. Ama ne oldu , menajer davası, transfer sezonu derken iş dallandı budaklandı ve konu Yattara nın gitmek istemesine bağlandı ki zaten öyle. Ama aradaki ince noktayı anladığınızı varsayıyorum. Gitmek istemesi çok normal. Eğer ben de o takımda oynuyor olsaydım Hüseyinle Serkanla aynı meblağlarda ücret alsaydım ben de gitmek isterdim. Sonuçta Yattara işi artık bitti. Bugün satılmazsa devre arasında kesin gider. Kısmet. Sen şimdi Yattara nın yerine kimi oynatacaksın kimle sağdan inip adam eksiltip orta yapacaksın merak ediyorum. Vereydiniz ama yılda 2.5-3 milyon euro. Ne olurdu ki ? Takımın dengesi bozulur diyenleri hiç mi hiç anlamıyorum. O zaman bu paralara layık oyuncular alarak takım oluştur şampiyon ol ya da ufak paralarla götüm götüm 3-4-5. sıralarda takıl yıllarca.. Kulübün parası yok diyenlere de her oyuncuya verilen yıllık paraları bir gözden geçirmesini söylemekten kendimi alamamaktan zevk duyuyorum.

24 Eylül 2008 Çarşamba

Orayı Yıkarlar Ama Yıkarlar...

Arabada her zaman Radyo Spor açıktır. 92.3. Bu akşam bir haber duydum vay ben öleydim de bunları duymamaydım dedim. Yattara ya 10 milyon euro nun üstünde Katar takımlarından birisi talipmiş ve kulübün menajeri yarın Trabzon a gelecek ve imzayı attırıp dönecekmiş. Tekrar vay ben öleydim dedim. Kafamı taşlara vuruyorum, yok bu olmadı camlara vuruyorum, vites kolunu tokatlıyorum falan türlü türlü hareketler. Ondan sora bir kaç telefon trafiğinden sonra Sadri Şener in satmayacağını öğreniyoruz. Ntv Spor da satmayacağız türden açıklamalar falan. Böyle bi içim ferahladı, arkama daha bi sağlam yaslandım. Şimdi ise Trabzonspor un resmi sitesinden açıklamalara bakıyorum da sanki başkan satabiliriz imajı verdi bana. Şöyle diyor : '' Gerçekçi olmak zorundayız. Şu anda transfer döneminde değiliz. Bir oyuncuyu elden çıkartırken yerine yenisini koyabilecek imkanı da oluşturmalısınız. İçinde bulunduğumuz süreçte bunu gerçekleştirmemiz kurallar dahilinde mümkün değil. Öyleyse gereksiz spekülasyonlarla kimse kafaları karıştırmaya çalışmasın. ''

Siz ne anlarsınız bu sözlerden. Transfer sezonu açık olsa satarım. Yerine yenisini de alırım. Ben de ne diyorum başkana : Nah alırsın bunun gibisini. Bu kadar kaliteli bir adamı sen bir daha asla bulamazsın. Gördük Beşiktaş maçında olmadığındaki sıkıntıyı. Ayrıca yıllardır o oynamayınca ne durumlara kaldığımızı. Bu adam Trabzon a gelmiş geçmiş en kaliteli yabancıdır. - Şota ile kafa kafaya son düzlüğe girer ben Yattara derim - Satamazsınız ya, sa-ta-maz-sı-nız. Çünkü satarsanız o kulübü yakarlar, yıkarlar ve Trabzonspor 2-3 sene önceki sefil haline bürünür.

21 Eylül 2008 Pazar

Adaletin Yok - 2 ( İngiltere - İspanya - İtalya )

- Carlton Cole
- Alvaro Arbeloa
- Robinho
- John O`Shea
- Wes Brown
- Darren Fletcher
- Nani
- Titus Bramble
- Shola Ameobi
- Fabio Aurelio
- Thiago Motta
- Luis Garcia
- Ersen Martin
- Simone Inzaghi
- Filippo Inzaghi
- Dida
- Christian Abbiati
- Zeljko Kalac
- Kakha Kaladze
- Mohamed Sissoko
- Jonathan Zebina
- David Trezeguet
- Walter Samuel

20 Eylül 2008 Cumartesi

Adaletin Yok - 1

Bu adamlar futboldan para yiyorlar, ben ise öğrenciyim.

- Hasan Üçüncü
- Selçuk Şahin
- Tayfun Cora
- Baki Mercimek
- Claudio Andres Del Transito Maldonado Rivera
- Hüseyin Çimşir
- Erdinç Yavuz
- Faruk Bayar
- Mehmet Yılmaz
- Tolga Doğantez
- Ali Tandoğan
- Can Arat
- Sabri Sarıoğlu
- İsmail Güldüren
- Cihan Haspolatlı
- Celaleddin Koçak
- Veysel Cihan
- Yılmaz Vural
- Hikmet Karaman
- Nejat Biyediç
- Güvenç Kurtar
- Erdoğan Arıca

Bayern - Werder Çarpık İlişkisi

Eski Werder li Tim Borowski nin Bayern Münih adına 2 gol attığı, eski Werder li Miroslav Klose nin oynamadığı, eski Bayern li Pizarro nun Werder için gol attığı inanılmaz bir maç izledim. Yıllarca bu 2 takım arasında sezon sonları transfer görüşmeleri yapılır, Bayern her zaman istediğini alır ve Werder de her zaman giden oyuncusunun yerine bir yenisi alır ve yine yeniden başarılı olur. Gün gelir o oyuncusunu Bayern e satar. Bugün herkesin bildiği gibi Werder Bremen Bayern Münih e dışarda 5 tane attı, 2 tane yedi. Bu Bayern Münih e ve Klinsmann a vurulmuş ağır darbedir. Dediğim gibi Werder in yedikleri de eski oyuncuları. Sonuç olarak ; Kapitalist düzen yine kazanamadı...

19 Eylül 2008 Cuma

Sen İnsan Mısın ?

http://www.dailymotion.com/relevance/search/gerrard%2Bmarseille/video/x6sfmd_resume-marseille-12-liverpool_sport

Marsilya - Liverpool Şampiyonlar Ligi maçı. Gerrard ın ilk golünü izleyin sonra siz de aynı soruyu soracaksınız..

Sen insan mısın bilader ??

16 Eylül 2008 Salı

Paranız Batsın

Endüstriyelleşen futbola artık alıştık. Ülkemizde bazı taraftarlar '' bi dubai şeyhi veya bi rus mafyası bizi satın alsa '' diye düşünmeye başladı bile. Umarım uğramaz bizlere ama o gün de illaki bir gün gelecektir. En son Manchester City sağa sola saldırmış ve Robinho yu almıştı. İlk maçında daha kendisini transfer etmeden formasını internette satışa çıkaran Chelsea ye frikikten attı. Şimdi de mümzin sakat Ronaldo nun peşindelermiş. Bakalım devre arasında neler patlatacaklar, kimler para için takımını satacak, kimler bayrak adamlığını bırakacak..

Bu güzel oyun gün geçtikçe çirkinleşiyor kanımca....

Nihat Genç - En Büyük Taraftar

Yıl 1976, Trabzonspor İzmir’ de Göztepe’ yle berabere kalırsa, şampiyonluk ilk defa Anadolu’ ya gelecek. Kabarmış heyecanımız nereye koysak durmuyor, mahallede arkadaşlara, başkandan araba isteyelim dedim. Trabzonspor başkanı, un fabrikası sahibi Şamil Ekinci. Gülbahar’ dan Aga Mesut, Faroz’ dan Üveyiz ve ben, taksiyle fabrikaya gittik, başkanın odasına girdik. Taraftarlar olarak otobüs istiyoruz, maça gideceğiz, dedik. Yumuşak huylu, çok tatlı bir adam, derin bir sevinçle hiç soru sormadan telefonu kaldırdı, Kanberoğlu şirketini aradı. “iki otobüs verin, çocuklar İzmir’ e kadar gidecek”, İstanbul’ da Galatasaray’ la kupa maçımız da var, diye araya sokuşturduk, telefonda : “ordan İstanbul’ a geçecekler, sonra geri gelecekler...”iki otobüsü Gülbahar Mahallesi’ nde parkın önüne çektik, Faroz, Arafil Boyu, Gülbahar gibi büyük mahallelerden onbeşer kişi, Bahçecik, Hacıkasım, Yenicuma gibi diğer mahallelerden beşer kişilik kontenjan ayırıp haber gönderdik. Yer kavgası, dövüş , hakaret, otobüslere bindik. Otobüs Giresun sınırı Aksu Tesisleri’nde ilk molayı verdiğinde, neye uğradığımızı şaşırdık. Hiç kimsede para yoktu. Ttüm otobüs gülmekten kırıldık. Mahalle dayılarından biri (ismini vermiyorum, bugünkü itibarı sarsılır) ilk nutkunu verdi: “.mına koduğumun uşakları paranız yoktu, niye bindiniz!”. Arafil boyundan Aga Mustafa’ yı hatırlıyorum. Gama Bülent uzunboylu, babayiğit bir çocuk, bir de Bokludere’ den Sultan’ ı , ufak tefek bir oğlan ama bela, kavgasız dövüşsüz günleri yok, bir de Faroz’ dan ünlü Arap’ ı. Elimizde davullar, bayraklar. Yemeği bitirdikten sonra topluca kasanın önüne geliyor, “Trabzon- Trabzon ” diye bağrıyoruz. Çocukların yüzlerinde zaptedilmez bir şehvet, azgın bir zalimlik anadan doğma huyları. Pis dişleri, sırıtan dudakları , hemen herşeyi sarsarak yoklamaları, sağa sola şeytani tekmelerle çeki düzen vermeleri, alaylı gülüşleri, küfürleri dayanılacak gibi değil . Hayatlarının tek bir gününü tatlı bir huzurla geçirmemiş zincirlerinden boşalmış tam bir serseri konvoyu. Garsonlar, ahçılar, müşteriler başımıza toplanıyor. Farozlu çocuklar “Espiye Deresi’ne taşköprü kurulacak” oyun havasına kendi uydurdukları bir tür çiftetelliyle ortada oynuyor, biz el çırpıyor, tempo tutuyoruz. Bağırmaktan şakaklarımız zonkluyor. Üveyiz müdüre yanaşıp “senin analayacağın dayı, bu .mına koduğumun uşaklarının hiçbirinin parası yok!”.Samsun sınırına gelmeden hiçkimsede ses kalmadı, bir de otobüs içinde sinir yıpratıcı kavgalarla birbirimize giriyoruz, sürekli acıkıyoruz, küçük bakkallar önünde durup, yüz kişi içeri dalıyor, domates, sigara, hıyar, karambole getirip, taşıyoruz. İçimizde tek kişi bile acıksa, otobüsü durdurup tarlalara dalıyoruz! Şehirden uzaklaştıkça ateş gibi parlıyor, fişek gibi patlıyor, köpüre köpüre şeytanlaşıyoruz. Ve sonra otobüs içinde ganimetleri pay ederken yine suratlarımızı delip geçen, alevli küfürlerle birbirimize saldırıyoruz.Ankara’ ya kadar lokantalar hesap vermeyişimize bozulmadı, “şampiyonluk hediyesi” olarak coskumuzu alkışladılar, bu tölerans, bu gurur duygularımızı en şiddetli noktalara taşıdı, Trabzon, Ankara güzergahında bir namımız vardı. Araba, Afyon’ a doğru harekete geçince başka bir ülkeye girdiğimizi anladık, rüya bitmişti, bağırmalarımız, sloganlar, davul para etmiyor, garsonlar ellerine bıçak alıp kapıya diziliyorlar.”Kimse para vermeden çıkamaz!”. Bu bizim için boğaya kırmızı göstermek, kavganın açılışı genellikle hep şöyle olur, Farozlu çocuklardan biri Arap’ ın yanına gidip “Arap şu garson var ya sana ana avrat küfretti!”, Arap, “ hangi .mına koduğumun çocuğu göster bana!”, lokantanın ortasında garsonlar yere yatırılır, masalar dağıtılır, kavgaya girmeyenler, sırf şenlik olsun diye mutfaktaki tabakları tavanda kırarak çatışmaya akrobatik renk katıyorlar. Lokanta sahibi yalvar rica araya giriyor, para-mara almadan, kapıya atıyorlar bizi.Afyon’ da efelenen garsonlarla gerçek bir meydan savaşı verdik, çünkü öylesine yanından geçtiğimiz lokantanın önünde üst üste dizili yüze yakın bira kasası görmüştük. Biz içerde kavgayı başlatacağız, bir bölük dışardan kasaları otobüse yükleyecekti. Afyonlular ellerinde sopa, on-yirmi kişi, hücuma geçtiler, bizim çocukların ellerinde hiçbir kesici alet yok, ancak üstün yetenekli küfürleri ve her an pislik çıkartmak için geliştirdikleri keskin görüşleri var, bir de kavga anında hipnoza girer gibi, öfkeden çılgına dönüyorlar, dövecek adam kalmadığında boş bir masayı saatlerce tekmeleyip, yumruklarını indirip ya da hiç gereksiz boş bir merdiveni sökmeye başlıyorlar! Yani, efelerin hiç sansları yok. İçimizde tek mağdur Kanberoğlu’ nun şoförleri. Araya giriyor, yalvarıyor, rezil olduk firmamız mahvoldu, diye bağırıyorlar, dinleyen yok. Şoförler kendi aralarında plan kurdu, hepimiz topluca yemeğe indiğimizde dağ başında otobüsleri kaçıracak, tedbir olarak otobüsün içinde adam bırakmaya başladık. Ve şoförler bizi dinlememeye başladı, otobüsten biri “işeyeceğim dur” diyor, şoför durmuyor, çocuklar çok geçmeden otobüs koridorundaki tüm çöp kovalarını ağzına kadar sidik dolduruyor, yani şoförler bir nevi “rehin” kalmıştı elimizde. Bir başka ülkenin topraklarındaydık, ya da herkesin beyninde bir kabuk çatlamıştı, sürekli boğuşan, dalaşan başıbozuk kalabalık girdiği dükkanları soyup otobüse taşıyor, yine mahallenin dayısı otobüsün mikrofonunda nutkuna başlıyo: “mına koduğumun hırsızları, şerefsizsiniz ulan, trabzonun adını rezil ettiniz orospu çocukları, bir daha yapan olursa otobüsten atacağım...” Sonra “getirin ulan malları!” getiriyorlar, teker teker bölüştürülüyor. Ve son gücümüzle bağırmaya başlıyoruz, ön taraf: “bordo!”, arka taraf: “mavi!”...Bordo-mavi, bordo-mavi İzmir’ e girdik. Konak Basmahane’ de otobüsten indik, önce meydanda bir tur sonra Kordon’u baştan sona, sonra, tek tek birahanelerin önünde, biz geldik, turu attık. Askerliğini İzmir’ de yapan on-onbeş Trabzonlu asker de karıştı araya. Faytonlara doluştuk, para vermeden şehir turu attık. Neşeden bir buluta binip durmaksızın içerek, birbirimize sarılarak uçuyorduk. Rüya gibi şu sahne, kalabalık slogan atarak ilerlerken, önümüzden ağzına kadar çilek dolu bir el arabası geçiyor, kalabalığın içinde bir müddet kayboluyor, arkadan araba çıktığında, dağ gibi yığılmış çileklerden birkaç çürük kalıyor tablanın ortasında. İşportacı neye uğradığına şaşırıyor. Bademciler, midyeciler, hıyar soyup satanlar, pilavcılar, hepsi nasibini alıyor. İzmir Basmahane’ de yarım saat içinde tek bir işporta tezgahı kalmadı.Basmahane’ de büyük ve eski bir otele yerleştik. Farozlu çocuklar yaşlı otel sahibine, kendilerini “baba bak, bu Trabzonsporlu Turgay, bu Cemil yarın maçları var” diye takdim ediyor. Otelin içinde sabaha kadar davul çalındı, biralar içildi, yataklar yetmedi, halı, kilim sandalye görülen her yere kahramanlara yaraşır şekilde sızılıp kalındı. Sabahın altısında bir alarm verildi, sessizce herkes uyandırıldı, hiç sebep yokken “bu otelci ibne fenerliye benziyordu!” diye perdeler söküldü, çarşaflar yırtıldı, topluca beş kuruş verilmeden otelden kaçıldı. Akşam ekibin yarısı gruptan ayrılıp, kırk- elli kişi geneleve gidiyor, parasız oldukları anlaşılınca genelev sokağında camlar çerçeveler iniyor, kadınlar topluca hücuma geçiyor, otelden konak meydanında doğru yürürken, pantolonsuz, ayakkabısız, İzmir sokaklarında üşüyerek bizi arayan arkadaşları gördük! Maçtan sonra tekrar gidilip intikam alınacak, planlarını yapıyorlar. Acilen İzmir’ deki Trabzonlu esnaflar bulundu. Topluca mağaza önüne gidiyor, davul çalıp, slogan atıp, bordo-mavi bağırıyor, tozu dumana katıyoruz. Trabzonlu hemşerimiz dükkan önüne çıkıp horona başlıyor, şu yeryüzü topraklarında ancak bu kadar mutlu bir adam, sanki gurbet ellerinde, otuz senedir, Orta Asya’ dan gelecek hemşerilerini bu an, bugün için beklemiş. Silahı çıkartıp havaya sıkıyor. Hayatın en büyük zaferi gibi esnaf komşuları ona sarılıyor, tebrik ediyor, o herbirimize sarılıyor, ağlıyor. Ve gerçeği söylüyoruz, ”maça gidecek paramız yok!”. Kendinden geçmiş adam tomar tomar paraları önümüze atıyor. Bir başka hemşeri dükkanını arıyoruz, bir manifaturacı, Trabzonlu, Anadolu’ dan kopup gelen bu kalabalığı bir kurtarıcı gibi karşılıyor, iki saniyede samimi oluyor, “ula hiçbirinizi bırakmam, yengeniz sizi bekliy!”, “yapma dayı iki yüz kişiyiz, eve sığmayız !”, “gelmeyen olursa .mınıza korum sizin!, hepiniz geleceksiniz!”. Adamı durdurmak mümkün değil, kendinden geçip, “girin şu dükkana, canınız neyi istiyorsa alın!”, dükkanını yağmalatıyor. Talan edilirken sevinçten ağlıyor. Dükkandan çıkan herkesin ellerinde sütyenler, içdonları, ibrişim makaralar, hemşeri dayı dükkandan çıkanların alınlarından öpüyor, bağırıyor sokağa: ”koduk, koduk, koduk, İstanbul’ un .mına koduk, koduk uşaklar, anasını .iktik İstanbul’ un ...”. Herkes ağlıyor.Yaka bağır açılmış. Adam bayılmış. Kimse su vermiyor. Kimse adamı ayıltmak için yanına eğilmiyor. Etrafını davulla çembere alıyor, bayrakları üstüne serip, bağırarak ağlıyor herkes : “ bordo, mavi, bordo, mavi... trabzon, trabzon!”. Bayılan hemşerimiz esnaf , gözleri faltaşı gibi açılmış, bir manda gibi güçlü, yoldan geçen arabalara saldırıyor, tutmak imkansız, bağırıyor arabalara: “milyonluk eşşekler, milyonluk eşşekler!”, (bu çok revaçta bir slogandı, İstanbul takımlarındaki futbolculara söylenirdi.)Yağmanın tuhaf bir coskun tadı var, Orta Asya günlerinde, hanlarda yağma şölenleri düzenlenirdi. Talan kültürü hırsızlık, namussuzluk, değil, çözemediğimiz, insan ruhunun temelinde bir tuhaf bölüşme, yani malların “kendinden geçmesi”, eşyaların mülkün “kendinden geçmesi” gibi bir duygu. İnsani şekle sokamadığım bir içgüdü, ama talan ettiren insan bir an evvel kendini evliyadan yüksek bir gurur içinde görüyor. Alsancak Stadı’na geldiğimizde bir biletle on kişi girmeye çalıştı, girenler içerde tertibat aldı. Uzun ipler sarkıtıldı dışarı, 19 Mayıs Bayramı’nda gibi üç dört kişi omuz omuza yükseldi, kale bedenine saldırır gibi. Üst tribünü polis bize verdi. Koskoca tribünde kabak gibi ortadayız, çünkü sadece iki yüz kişi kadarız. Tribün çıplak. Alt tribünde, beşbinin üzerinde ve düzenli tezahürat yapan göztepe seyircisi. Başetmek imkansız. Farozlu çocuklar,Ttrabzon tarihine geçmiş, 157 metrelik şerit bayrağı tribüne çekti. Bayrağın başına nöbetçiler koyuldu. Göstepe’ nin düşmemek için bir puana ihtiyacı var. “Göz –Göz göztepe” diye başladılar, “ibne trabzon” diye bitirdiler. Bitirmeyceklerdi. Mahalle kabadayılarından biri aşağı tribüne bir nutuk çekti: “.mına koduğumun Göztepelileri, bir puan vereceğiz size, sesinizi çıkartmayın, biz burdan şampiyonluğu alıp, akşama döneceğiz!..”. Göztepe seyircisi susmadı. Hiç kimsede ses kalmamış. Tribünün üstünden on-on beş çocuk onar metre aralıklarla dizildi, sonra hep birlikte pantolonları aşağı indirip, aşağı tribünün üstüne işemeye başladı. Göztepe seyircisi kaçışmaya başlayınca, onların tribünü de kelleşti!Trabzon denildiği gibi yaptı, beraberliğe yattı, bir puanı bıraktı. hakemin son düdüğüyle fetih tamamlandı. Film koptu. Hayatımın hiçbir dönemi hiçbir filmde, hiç bir yerde görmediğimiz, duymadığımız bir şekilde o an ikiyüz seyirci transa girdi, yüz seyirci sıra nöbetine tutuldu. Delirmiş, çıldırmış, çapulcu sürüsü gitmiş, ağlayarak yerlerde yuvarlanan, kendinden geçerek eli kolu kaskatı geçilerek bayılmış onlarca çocuk! Herkes bir yerde baygın şekilde titreyerek ağlıyor, ya da bayılanları ayıltıyor. Heyecan dalgası bedenleri en üst noktada kazıklaştırmıştı. Doktor değilim, tıpçı değilim, beş on çocuk heyecadan acı çekerek kaskatı kaldılar! Coşku yerini sakinliğe bıraktı, gurur yerini kadere bıraktı, herkes iç çekerek, hıçkırarak ağlıyor kimse kimsenin yüzüne bakmıyor, bir kenarda çömelmiş düşmüş, kıvrılmış çocuklar, isli bir lambanın alevi gibi kendi başına ağlıyor! Ve nasıl olduysa, davulcular davula vurmaya başladı, bir kaç delikanlı ünlü Espiye Türküsü’ yle oynamaya başladı, işte orada, üstünü başını yırtanlar, herkes birbirini parçalıyor. Parçalanma hali, oyun eşliğinde yükseliyor, davul hızlanıyor, acayip, baş, ayak hareketleri, düşüp bayılana kadar. Hırsla gişelerin demirleri kopartılıyor, kopartılan demiri kendi kafasına vuruyor. Bu dünyada ulaşılacak arzuların en sonuna gelmişler gibi, yeni bir din sevinci, bir ihtilalin ilk günü gibi, çok “ünlü” birşey oldu bu sokakta, gece karanlığında ıssız dağlar başında vahşi hayvanlarla danseden Afrika büyücüleri gibi hepsi. Trabzon bayrakları yırtılmaya başlandı, bayraklara dişlerini geçirerek yırtıyorlar, “bitti artık koduk İstanbul’ un .mına!”, ya, kudurarak göklere uçan köpeklerin ruhundan birşey, ya, yarıştan yeni çıkmış İngiliz atlarına terli terli içirilen şampanyalar gibi... Tepişme, gurur, zevk, acı, herey önce bir felaket gibi sardı bedenleri, şimdi, gayipten heber veren kahinler, falcılar, müneccimler benzeri tırnak ve el kol hareketleriyle vücudlarında derileri pençe sıyrıklarıyla kazıyorlar. Dibine kadar esrar içimiş vahşi köpekler! Köpürmüş neşe, ağızlarda tutkal gibi köpürüyor. Bedenler denizin ortasında kasırgaya tutulmuş bir kibrit çöpü gibi. Bu anı, hiçbir şekilde, hiç kimseye anlatacak kelime yok. Sopalar kırbaç olup birbirini dövüyor, şişeler kafalarda kırılıyor. Ve o, an işte, Alsancak Stadı’ nın beton duvarına uçarak kafa atma eylemi başladı. Sersemleyip yere düşüyorsun, doğrulup tekrar geri çıkıp, yeniden uçarak betona kaf ... Yeni gerilip gerilip uçarak betona kafa! Bayılana kadar! Alnınınız parçalanıncaya, şişler boynuz gibi yumrulaşıncaya kadar!Zafer, çapulcuların kahramanlaştığı o andır, zafer, kuvvetin tek bir bedende toplandığı o andır, zafer, tarihin aklını çelmektir, zafer ruhumuzu bedenimizden uçurtan o andır! Zafer , damarlarını çatlatarak bu ağır hayatın altında büyüttüğümüz bu bedenin duyduğu en büyük şehvettir! Zzafer, bütün çaputcuları kahramanlarştırır, o yüzden tarihin o günü, ordaydık, biz yüz taraftar! Türk medyasının Ertuğrul Özkök’ lerin Reha Muhtar’ ın, Ali Kırca’ların, Tansu Çiller’ lerin neden İngiltere’ ye koştuğunu anlıyorum, çapulcular, kahramanlık yağmalanırken, orda olmak zorunda!Taşaklarını karıştırarak yeşil yeşil kusan bir delikanlı, kustuğu yerden bağırdı: “.mına koduğumun uşakları, toplanın kupayı almaya İstanbul’ a gidiyoruz” (Tuhafınıza gitmesin, kimse, arkadaşlar çocuklar diye hitap etmez, bir nutuk şekli hitabettendir, .mına koduğumun uşakları cümleri, burda küfür yoktur, sevecenlik dostluk bildirir. Trabzonlu eski bir yöneticiyle lüks bir lokantadayız, garson, “buyrun ne emredersiniz” dedi, bizimki:” .mına koduğumun uşağı bir buçuk kıymalı getir” dedi , ürktüm , abi buralarda söyleme böyle rezil etme bizi, der gibi oldum. garson, bu dili iyi anlıyor, gülerek, şakalaşarak servisi tamamladı.)Otobüsler Çanakkale Boğazı’na Ecaabat’a vardığında hayattan artık hiçbir şey beklemeyen kahramanlar yorgunluktan uyumuştu. Ancak, öc almak isteyen maceracılar boş durmamış Ecaabat’a araba vapurunun hemen orda, sağda, turistik eşya satan bir dükkana girip, dükkan sahibini konuşturmaya tutup, arkadan kasalarla, koli koli anahtarlık, oyuncak ayılar, bebekler, ağızlıklar, yüzlerce tesbih çalıp otobüse boşalttılar. Mahallenin dayısı yine nutkuna başladı: “.mına koduğumun uşakları, trabzon’u şanına leke sürüyorsunuz, şampiyonluğumuza leke sürmeyelim uşaklar , getirin bakayım kolileri!” Koliler geliyor herkese pay ediyor. benim kucağıma da dört-beş maymun, üç-beş tesbih, maskot atılıyor. Arabanın önünde oturanlar, Tekirdağ’ dan geçilirken, mürefte yakınlarına sızıp bir şarap fabrikası soyulması planları yapıyor. Şoför, anayoldan çıkmam diye diretiyor. Bir bakkaldan on-onbeş şişe şarap çalınıp, iş tatlıya bağlanıyor. İstanbul göründükçe, uykulu gözler açıldı, otobüsün tüm koltuklarını dehşet dolu bir pervasızlık sarmaya başladı. Cepte beş kuruş olmadığı için, ilk durak Kapalıçarşı. yan tarafta Mısır Çarşısı’ nda Trabzonlu esnaf bulunuyor. Sokakta iki saat süren bir tezahürat, paralar toplanıyor. Hiç gerek yokken, döner tezgahından döner çıkartılıp grubun ortasına getiriliyor, dişleyenler, kopartanlar, soplar, döner kılıçlarıyla çarşı birbirne giriyor. Aklımızda iki acil program var, bayraklar ve fişekler. Kutu kutu fişekleri alıyoruz. Büyük bayraklar yeniden özenle büyük sopalara çekiliyor! Galatasaray maçında tribünün önüne beş-altı büyük bayrak çıkartıyoruz, o günün fotoğraflarına bakın, Ali Sami Yen o büyüklükte bayrakları o gün görüyordu. Polis saldırıya geçti tribüne. Bizden bir kişi alıp, sekiz- on polis ayaklar altında dövüyor, sonra çeke çeke dışarı çıkartıyor. Biz polise saldırıya geçiyoruz, içimizde ağzı burnu parçalanmayan kalmadı. Polis demirkapıların arkasına saklanıyor, bir pundunu kollayıp tekrar saldırıyor. Ve taktik olarak , tribünün arkasından yine bir kişi alıyor, yine tekmeler altında sürükleyerek dışarı çıkarıyor. Polisle iki saat süren bir çatışma. Tribünde bayrakları havalandıran çocuklar dışında hiçbirimiz bir saniye olsun maça bakamıyoruz. kupayı Galatasaray alıyor, dışarı çıktığımızda toplanıp polis arabalarına saldırı, sonra Galatasaraylı dövmek için sokak aralarına dağılıyoruz, yüzlerce mont, eşofman, sarı- kırmızılı bayrak topluyoruz. Taksim Meydanı’ nda taktik geliştirip, sarı- kırmızılı bayraklarla bağırıyoruz, bayrağı gören Cimbomlular keklik gibi düşüyor, tam zamanı deyip çocukları paramparça ediyoruz. Tekrar gelen yok, tekrar sarı- kırmızılı bayrakları sallıyoruz, staddan yeni gelmekte olan Cimboluları tekrar tuzağa düşürüp... İyi cins, kalite, üç-beş mont yüzünden kafile içinde sert tartışmalar Trabzon’ a kadar sürdü!Viyana kapılarından dönen Osmanlı Orduları gibi, İstanbul’ dan ”cumhurbaşkanlığı kupasında ananızı .keceğiz” deyip geri döndük. Kafile ani bir kararla, Beyoğlu’nun tüm arka sokaklarında o zamanlar zibil kadar çok, otel adı altında genelevlerine taşındı. Giren çıkmıyor otellere. Otobüsü kaldıramıyoruz. Gecenin iki-üçüne kadar pavyonlardan gelecek çocukları bekliyoruz. Toplamak için çocukların peşinden gidiyorum, otel odalarında gördüğüm sahneler, aile var, anlatamam. çocuklar karılarla sabahlamış ve para vermiyorlar, tüm otellerin pezevenkleri sokağa doluşmış, otelden dışarı çakamıyor bizmikiler, çocuklar pezevenklere saldırırken , “karı satılır mı ulan, kavatlar, orospu parasıyla ekmek yenir mi?” diye saldırıya geçiyor, ayakkabıları, gömlekleri otelde kalmış.Ankara’ da otobüs mola veriyor, tuvaletten döndüğümüzde otobüs kaçmış. Parasız Ankara ‘ nın göbeğinde kalıyoruz. Nerden para bulacağız diye turlarken, Eski Teminal’ den Tandoğan’ a ordan Beşevler’ e kadar yürmüşüz, tam önüme beyaz bir güvercin düştü. Elime alıp sevmeye başladım. Kahveden bir adam yanıma koştu. “Arkadaşım seksen lira veririm bana ver !” otobüs parası otuz lira, seksen, çok para. Kuş parayla satılır mı, pirelendim bunda bir iş var. Biri daha geldi. “arkadaşım kandırıyor seni, bu kuş en az 150 lira eder!”. Cebeci İstasyonun’ un yanında 130 liraya beyaz güvercini sattık, terminale koşup, Trabzon’ a döndük.Bir kaç yıl sonra çoktan Ankara’ ya yerleşmiştim, bir gece evde yoktum, sabah eve geldiğimde evin önünde iki otobüs Ankaragücü maçına gelmişler, kapıyı kırıp içeri girmişler, halı kilim, buldukları her yere uzanıp yatmışlar, yetmemiş , kilimleri apartmanın merdivenlerine çıkartıp, on- onbeş kişi de orda uyuyakalmış. Tam bir felaket! “Aaaa Gara Nihat gelmiş” diye ayaklandılar, sarılacağım, sarılamıyorum, hoşgeldiniz diyeceğim , diyemiyorum, bu belayı başımdan nasıl atayım, hepsi arkadaşım. Bir kaç yılda, kitaplığımda üç yüz, dört yüz kitap taşımıştım, değişen sadece buydu hayatımda. İçlerinden biri “ne yazıyor Gara bu kitaplarda “ dedi “bilmem” dedim, “hepsini okudun mu?” “eh işte “... topluca maça gittik. Maratonun yarısını polis bize verdi. Ne olduysa bizimkiler yan tribüne saldırıya geçti. Tribün boşaldı. Polis çember kurarak bizim tribüne saldırıya geçti, dairenin içine sıkıştırdı, joplarla maçın henüz başında bizimkileri stadın dışına çıkarttı. koskoca tribün nasılsa polis bana dokunmamıştı, ben de eskisi gibi taraftarın ortasında başrollerde değildim artık. o boşalmış tribünün tam ortasına gidip tek başıma oturdum. Ankaragüçlüler tek kişiye dahi tahammül edemedi, saldırıya geçti, kımıldamadan, yerimde oturdum. İki sıfır yenildik, zaten Ankaragücü’ ne şansımız tutmuyordu.Aynı mahalleden birlikte top oynadğımız arkadaşlar, ilerleyen yıllarda şampiyon Trabzon kadrosunda efsaneleşti, hikayelerini gazatelerden okudum. Milliyet Gazetesi spor servisinde her pazar akşamı, yıldız değerlendirmeleri geliyordu, gizlice, Trabzonspor’ un ,Akçabaat Sebatspor ‘ un tüm futbolcularına üçer yıldız koyuyordum. Bir de Milliyet Gazetesi Yılın Sporcusu Anketi düzenledi,Mmilliyet’ in onbinlerce iadesi depoda duruyordu, tek tek kuponları doldurup, Şenol Güneş adına kutuya attım, o yıl Şenol Güneş yılın sporcusu seçildi.Holiganlık bir gençlik hastalığıdır onu kimse tutamaz. Bu hastalığı birçok kirli politakacı, kirli işadamı kullanıp, kahramanlıktan, pay ister, zaferin gölgesinde kirli hayatlarını, kirli paralarını temize çekerler, bu yüzden Trabzonspor’ dan soğudum. Hiç kuşkunuz olmasın, Osmanlı Orduları’ ndaki genç levendler de aynı azgın alevli heyecanları duyuyordu. Bu gençlerin ateşi dindirmek için Anadolu’ da binlerce dergah açıldı, yüzlece tarikat kuruldu, bu ateşi dindirmek, ehlileştirmek için. O gün, padişahlar kullanıyordu bu genç alevi... Bugün futbol heyecanıyla gençlerin delirmiş alevini büyük işadamları kullanıyor. Trabzonspor böyle oldu, tüm futbol takımı tarihi böyle oldu. Bizler gençtik, kudurmuş delilerdik, gerçekten, Tanrı’ nın yarattığı hayvanlar gibi sahici vahşilerdi, birileri bu “vahişiliği” kullanıp köşe oldu, olmaya devam edecek. Kitaplarımdan bunu öğrendim, bu yüzden Trabzonspor’ uma rağmen, yazarlık hayatımda tek bir futbol yazısı yazmadım.Ben 13-14 yaşındayken kale arkasında top topluyordum antremanlarda, maçlarda iki buçukluk yapıyordum, Şenol Güneş’ in nasıl iyi kaleci olduğunu bilirim, bazen topu tutamıyor, kale arkasından ben uçuyordum. Seyirci kahkahalarla alkışlıyordu bir müddet. Çok seviyordum bu alkışları ve bu uçuşları. Bazen içimden şöyle bir ses geçiyordu: “Şenol tutamasın topu, ben uçayım”, bunca sevmeme rağmen Şenol’ u neden böyle düşünüyordum. Çünkü ben de insanım, ben de alkış istiyorum, bu zafer onların zaferi, bunu çok düşündüm, topu, Türk Edebiyatı’ nın ortasına doğru sürmeye başladım. Birgün anasını .ikeceğim diyorum, İstanbul’ daki, edebiyatçı milyonluk eşşeklerin, bakalım... Asla başkalarının kahramanlıklarını yağmalamayacağım. Ama tarihinin en kötü futboluna rağmen gözüm dalıyor bazen maça, “.mına koduğumun uşakları” diye gizli, pervasız, Allahsız bir sevinç hüzünle dolduruyor içimi. Aynaya baktığımda suratımda o günlerden kalma, köpek kıçındaki yarık gibi itliği hala orada görüyorum. Ve şimdi çok daha iyi anlıyorum, hepimizn gerçek takımı Fener’ dir. İbne, puşt, birbirinin kuyusunu kazan orada, arkasından konuşan orada, ruhsuzlar orada... Hepimiz Fenerliyiz, ruhumuza en uygun Fenerbahçe, birgün Pendik’ e yenilir, ertesi gün Manchester’ ı yener. Eğer bir takım tutacaksanız, Galatasaray’ ın o klas, centilmen, çok bilmiş, ağırbaşlı havalarına kanmayın, yarın açıkta kalırsınız, biz, birbirimizle dalaşacağımız, küfürleşeceğimiz insanlar olmadan yaşayamayız.

11 Eylül 2008 Perşembe

Truman Show

Nüfusunun %99 u müslüman olan bir ülkenin yaklaşık %20 sini oluşturan İstanbul da da %99 oranında müslüman yaşamaktadır normal olarak. ( düz mantık ) Ama sanıyorum ki bu %99 un %99 u oruç tutmuyor. Dışarı çıktığımda bir tane yemek yemeyen, su, sigara vb. şeyler içmeyen göremiyorum. Masalarını dışarı kuran restaurantlarda deli gibi yemeler, kimseyi şeyine takmamalar, saygısızlık bir yerde, pöfür pöfür sigara içmeler... Bugün okulda sabah 9.30 da sınav vardı ben de ordaydım. Herkes yiyor içiyordu, 1 Allah ın kulunu görmedim ki bir şey yemesin. O kadar çok dua ettim ki biri gelip benden ateş istesin diye. Koyacaktım kafayı çünkü. Daha fazla sinirlenmemek için direk sınıfa çıktım. Ayrıyetten kimseye saygıları da kalmamış. Tamam tutma oruç ben tutarım ama az insaflı olun ya. Ben oruç tutmasam inanın dışarı çıkamam ki biri beni yerken görür de canı çeker. Gözümün içine bakarak içiyordu o sigarayı salak karı. Eğer ben kandırılıyorsam bileyim. Hani Truman Show falan yapıyorsunuzdur bana. Bütün dünya bir olmuş beni kandırıyordur. Belki de bu zamanlar Ramazan değildir ? Bütün radyo, televizyon, insanlar herkes bana karşı heralde. Dikkat çekmesin diye de anneme babama akrabalarıma oruç tutturuyolardır. Belki de ben bunları yazarken annem içerde neler yiyordur ? Demek ki o yüzden iftarda o kadar yemiyor ?

Bir de olayın bahane yönü var. Diyor ki bazıları '' ben sabah 7de kalkıyorum dayanamam '' E bizim üstteki Şevket abi her gün 06.50 de kalkıyor da tutuyor sen niye tutamıyorsun ? O adam nasıl tutuyor ? Bir de ilaç kullanan tayfa var ki eminim o ilacı iftar ve sahurda olmak üzere 2 kere veyahut günde kaç kere içmesi gerekiyorsa içse hiç bir şey olmayacak. O yüzden bunlar bahane. Bana bunlarla gelmeyin. Deyin ki bana '' tutmuyorum kardeşim '' eyvallah derim. Ama tutmayıp da karşımda yemek yersen ben de senin ağzına sıçarım.

Hypnogaja - Here Comes The Rain Again

here comes the rain again
falling on my head like a memory
falling on my head like a new emotion

i want to walk in the open wind
i want to talk like lovers do
want to dive into your ocean
is it raining with you

(so, baby)
talk to me like lovers do
walk with me like lovers do
talk to me like lovers do

here comes the rain again
raining in my head like a tragedy
telling me apart like a new emotion

i want to breathe in the open wind
i want to kiss like lovers do
want to dive into your ocean
is it raining with you

(so, baby)
talk to me like lovers do
walk with me like lovers do
talk to me like lovers do

(so, baby)
talk to me like lovers do

(feel close again)
(hey,hey,hey,hey,hey)